Televizyonun En Büyük Yalanı Bir Bilgi Yarışmasıyla Başlamıştı

Paylaş
Bir yarışma programıydı, bilgiyle başladı, alkışlarla büyüdü, ama perde arkasında ezberlenmiş cevaplar, seçilmiş kazananlar ve önceden yazılmış sahneler vardı. Televizyonun en büyük kandırmacası o gün başlamıştı.
Amerikan televizyonunun 1950’lerdeki “beyaz cam” masumiyeti, öyle toz pembe nostaljilere konu olacak kadar temiz değildi. Hatta şöyle söyleyelim: Bugün reality show’ların[1] kurgu olduğuna şaşırmıyorsan, onun tohumları tam da bu dönem atıldı. Amerika’da öyle bir skandal patladı ki, yarışma programlarına olan güven yerle bir oldu. Evet evet, bildiğin bilgi yarışmaları ama işin içinde hem entrika var, hem para, hem de yalanın alası.
Olayın kalbi, “Twenty-One”[2] adlı yarışma programı. Dönemin NBC[3] kanalında yayınlanıyor, büyük prodüksiyon, büyük ödüller, büyük heyecan. Format basit, iki yarışmacı karşı karşıya geliyor, bilgi sorularına cevap veriyor, doğru bildikçe puan kazanıyor. Kazanan, yavaş yavaş yıldızlaşıyor. Ama buradaki yıldızlar, sadece doğru bilenler değil, doğru bilmesi istenenler.

Yarışmanın “altın çocuğu” Charles Van Doren[4]. Columbia Üniversitesi’nde[5] akademisyen, eğitimli, yakışıklı, ideal damat tipi. Ekranda göründüğü anda millet televizyon başına kilitleniyor. Ama Charles’ın başarısı, sadece zekâsına değil, önceden verilen cevaplara dayanıyor. Evet, yapımcılar, Van Doren’ı gözlerine kestirmiş, onun kazanmasını istiyorlar. Çünkü reyting onunla tavan yapıyor. Ne kadar çok kazanırsa, halk o kadar izliyor. O da haftalarca soruları ezberliyor, stüdyoda “aa, sanki yeni duyuyormuş gibi” rol yapıyor.
Ama her yalan gibi, bu da bir yerde patlıyor. Herb Stempel[6] diye başka bir yarışmacı var. O da daha önce şampiyondu ama yapımcılar onu artık “sıkıcı” bulduğu için elenmesini istediler. Herb’e yanlış cevap vermesi için baskı yapılmıştı, o da “tamam” dedi ama sonra hırsını yenemedi ve olayı ifşa etti. Basına konuştu, “Bize soruları önceden veriyorlar” dedi, yer yerinden oynadı. Kongre[7] işin içine girdi, kamuoyunda kıyamet koptu.
1959’da ABD Kongresi resmen bu skandalı masaya yatırdı. Charles Van Doren dahil, birçok kişi ifade verdi. Van Doren ilk başta inkâr etti ama sonra dayanamayıp her şeyi itiraf etti. “Evet, bana cevaplar verildi. Evet, bu bir tiyatroydu” dedi. Ekranların bir zamanlar sevgilisi olan adam, halkın gözünde bir anda düştü. NBC utançtan yerin dibine girdi, yapımcılar meslekten men edildi.
Bu olaydan sonra, ABD’de televizyon yayıncılığına bir dizi kural geldi. Reality programlara “gerçek” denmesi öyle kolay değil artık. Yarışmaların adil olması, prodüksiyonun etik kurallara uyması yasal zorunluluk haline geldi. Ama tabii… o ilk yalan çoktan yayılmıştı. Televizyonun, göründüğü kadar masum olmayabileceği fikri insanların kafasına bir kere girdi mi, artık hiçbir şey eskisi gibi olmuyor.
Yani bugün YouTube’da kurgulanmış şaka videolarına “abi çok doğal yaa” diyenlerin, o zamanlarda Charles Van Doren’a taptığını düşünebilirsin. Ama gerçek şu, ilk büyük kandırmaca, bilgi yarışması kılığında geldi. Ekran başındaki milyonları “eğitiyoruz” diye uyutup aslında sadece senaryo oynatmışlardı. Ve bu da TV tarihine, kara harflerle yazılmıştı.
Ama ne tuhaftır, yıllar sonra aynı ekranlardan bambaşka gibi görünen ama özünde aynı olan başka bir kurgu izledik. ATV’de yayınlanan Milyoner adlı yarışmada, bir kadın yarışmacıya sesli bir türkü sorusu geldi. Eski bir kayıt, bir çocuk sesi türkü söylüyor. Stüdyoda herkes duygusal, Oktay Kaynarca dönüp soruyor: “Bu ses size ne ifade ediyor?” Kadın boğazı düğümlenerek cevaplıyor: “Çocukluğum.” Çünkü o ses, yıllar önce kaydedilmiş kendi sesiymiş. Küçük yaşta okuduğu bir türkü, yıllar sonra ona soru olarak geri dönmüş. Tesadüf mü? Tabii ki değil. O video zaten sosyal medyada dolaşmış, viral olmuştu. Yani prodüksiyon ekibi, o kadını bulmuş, davet etmiş, hikâyesini yazmış. Yani, duygular gerçek ama senaryo yine hazır. Demek ki sorular istenilen yarışmacılara göre yönlendirilebiliyormuş.

Bugün televizyon açıp gündüz kuşağında dönen programlara şöyle bir göz atın. Elinizde çay, koltukta yastık, bir yandan ekran… ama artık başka bir gözle bakmanız gerek: Bu sahneler gerçekten yaşanıyor mu, yoksa sadece iyi yazılmış mı? Çünkü televizyon dediğin şey, yıllardır aynı sorunun peşinde. “İzleyiciyi nasıl ekrana kilitleriz?”
Amerika’da bunun formülü zaten 90’larda yazılmıştı. Jerry Springer Show[8] diye bir şey vardı mesela. Program “talk show”[9] kisvesiyle başlar, sonra bir anda konuklar birbirine girer, çığlıklar, sandalyeler havada uçuşur. Olaylar o kadar absürttü ki, kimse gerçek mi değil mi sorgulamazdı. Ama sonra ortaya çıktı, bir kısmı tamamen kurguymuş. Oyuncular tutulmuş, senaryolar yazılmış. Ama kime ne? Reyting rekorları kırdı, çünkü izleyici delilik izlemeyi seviyor. Kaos satıyor.

Türkiye’de bu formülü alıp yerelleştirenler de eksik değil. Müge Anlı mesela, ekranın en yüksek reyting alan figürlerinden biri. Gerçek suç, kayıplar, “nerede bu kadın?” dramaları… Ama bazı hikâyelerin çok da “denk gelmiş” gibi durmadığını fark ediyorsun bir yerden sonra. Esra Erol, “evlilik programı” diye başlayıp “aile dramaları”na dönünce, reytingler uçuşa geçti. O kadar ki artık düğün falan yok, doğrudan DNA testi. Didem Arslan Yılmaz da aynı kulvarda, stüdyoda ağıt, gerilim, gözyaşı… ama her şey ekrana uygun dozda veriliyor. Yani “gerçek” yaşanıyor ama televizyon estetiğiyle biçimlenmiş gerçek. Gerçek ama montajlı. Duygusal ama ticari.

Bu da bizi en başa döndürüyor. 1950’lerdeki “Twenty-One” skandalında yarışmacılara sorular önceden ezberletilirken, bugün ekranlardaki “gerçek insanlar”a hikâyeleri ezberletiliyor. Sadece oyuncu yerine “konuk” deniyor, sadece senaryo yerine “hikâye” diyorlar. Ama işin özü değişmiyor: Ekranda gördüğün, izleyesin diye tasarlandı. O zaman bilgiyle kandırdılar, bugün duyguyla, mağdur edebiyatıyla, nostaljiyle. Bazen çocukluk sesiyle bile…
Yani televizyonun tarihi, “gerçek gibi gösterilen sahneler” tarihidir. Dün sahte bir bilgi yarışmasıydı, bugün içli bir türkü. Yarın ne olur bilinmez, ama birileri hâlâ senin ekran başında kalmanı sağlamak için yazmaya devam eder.
Ve ekran başındaki o soru hep aynı kalır.
“Bu sana ne ifade ediyor?”
Cevabın ne olursa olsun, unutma: Sen onu hisset diye planlandı. 📺
📎 Dipnotlar:
[1] Reality show: Gerçek insanları ve olayları konu alıyormuş gibi sunulan, ancak çoğu zaman kurguya dayanan televizyon formatı.
[2] “Twenty-One”: 1956-1958 yılları arasında NBC’de yayınlanan bilgi yarışması. Skandala karıştıktan sonra yayından kaldırıldı.
[3] NBC (National Broadcasting Company): ABD’nin en büyük televizyon kanallarından biri.
[4] Charles Van Doren: Columbia Üniversitesi’nde akademisyenken “Twenty-One” yarışmasında şampiyon olan, ancak sahtecilik yaptığı ortaya çıkan figür.
[5] Columbia Üniversitesi: New York’ta bulunan prestijli bir Amerikan üniversitesi.
[6] Herb Stempel: “Twenty-One” yarışmasının eski şampiyonu, skandalı basına taşıyan kişi.
[7] Kongre (ABD Kongresi): ABD’nin yasama organı; skandal sonrası soruşturma açmıştır.
[8] Jerry Springer Show: 1991–2018 arası yayınlanan, kurgulu çatışmalarıyla bilinen Amerikan talk show programı.
[9] Talk show: Genellikle bir sunucu eşliğinde konuklarla sohbet edilen televizyon programı türü.
Paylaş
Yeni yazılar yayına girer girmez ilk okuyan sen ol!
Nothing'in ilk kulaklığı ‘premium’ taklidi mi yoksa sessiz bir devrim mi
Şeffaf tasarım, kaliteli ses, uygun fiyat... Hani neredeyse kendisi de bu kadarını beklemiyordu
Gece 10’dan sonra mahalleyi ayağa kaldırma
Yaz gecesi serinliğinde mangal hayali kuruyorsan önce komşularını dua listene ekle, sonra da bu yazıyı oku