Tangerines (Mandalinalar) Filmi: Çözümleme ve Yorum


11 June 2023 13:00
251

Paylaş

Bu kez yine fakültede final ödevi için hazırladığım bir metni paylaşmak istedim. Filmin adı Tangerines, Türkçe adıyla Mandalinalar. Pek fazla spoiler içermez o yüzden gönül rahatlığı ile okuyabilirsiniz.

Künye
Yönetmen Zaza Urushadze
Yapımcı Ivo Felt, Zaza Urushadze
Senarist Zaza Urushadze
Oyuncular Lembit Ulfsak, Giorgi Nakashidze, Misha Meskhi, Elmo Nüganen
Müzik Niaz Diasamidze
Görüntü yönetmeni Rein Kotov
Kurgu Alexander Kuranov
Çıkış tarihi 17 Ekim 2013


Sinema tarihinde birçok savaş filmi izlemişizdir ancak bazıları vardır ki izleyicinin kafasında soru işaretleri ve derin izler bırakır. Zaza Urushadze’nin yazıp yönettiği “Tangerines” de bu filmlerden bir tanesi olarak karşımıza çıkıyor.

Estonyalı yönetmenin, 1992 yılında Gürcistan’ın Abhazya bölgesinde geçen bu dokunaklı hikayesi, savaşın yıkıcı etkilerini ve barışın gücünü derinlemesine anlatır. İnsanlık, dostluk ve bağışlama gibi evrensel temaları işleyen “Tangerines“, olağanüstü oyunculuk performansları, etkileyici görsel anlatımı ve güçlü senaryosuyla sinemaseverlere unutulmaz bir deneyim sunar.

Aslında savaş filmi denince akla gelen öğeler yoğun aksiyon, kanı bol sahneler, hareketli kameralar, patlamalardır ancak bu filmde bu öğelere birkaç sahne dışında rastlayamayız. Film, savaşın etkilerini ve insanlar üzerinde oluşturduğu olumsuzlukları, sakin tasarlanmış sahneler eşliğinde ve en başından itibaren yarattığı gerilimle anlatmayı başarıyor.

Film, Nika (Misha Meskhi) ve Ahmed (Giorgi Nakashidze) adlı iki düşman askerin, savaşın tam  ortasında bir mandalina bahçesindeki eve sığınmalarıyla başlıyor. Bu iki asker, Gürcü ve Çeçen olarak farklı taraflarda savaşmaları gereken düşmanlardır. Ancak, savaşın vahşeti karşısında hayatta kalmak için bu evde bir araya gelmek zorunda kalırlar. İlk başta düşmanlık ve önyargı hakim olsa da, zamanla bu iki karakter arasında bir dostluk ve anlayış doğar. Ivo (Lembit Ulfsak) adlı yaşlı adamın bahçesinde geçen bu hikaye, savaşın absürtlüğünü gözler önüne sererken, insanlığın, empatinin ve barışın gücünü vurgular.

Anlatının tamamında yönetmenin Ulysses Sendromu’nu işlediğini düşünebiliriz. Ulysses Sendromu,  geri dönüşü olmayan veya zorlu bir yolculuğa çıkan insanların zihinsel ve duygusal olarak etkilenmesini ifade ediyor. Adını Antik Yunan destanlarından alan bu sendrom, gerçek hayatta da karşımıza çıkabilir. Ulysses’in hikayesi, bugün bile bize birçok ders vererek büyük anlamlar ifade eder.

Ulysses (ya da Odysseus), Homeros[1]’un destanı “Odysseia”da anlatılan bir kahramandır. Ulysses, Truva Savaşı[2]’ndan sonra çok uzun ve zorlu bir yolculuğa çıkar. Bu yolculukta birçok engelle karşılaşır. Devler, canavarlar, büyülü yaratıklar ve tanrılarla mücadele etmek zorunda kalır. Ulysses, zorlukların üstesinden gelmek için strateji geliştirir, dayanıklılık gösterir ve hedefine ulaşmak için hiçbir şeye boyun eğmeden kararlılıkla ilerler.

Bugün, gerçek hayatta da birçok insan benzer zorluklarla karşı karşıya kalmaktadır. Göçmenler, savaş veya afetzedeler, tutsaklar veya askerler gibi uzak bölgelerde görev yapan kişiler çok zorlu deneyimler yaşarlar. Bu deneyimler, kişinin ruh halini ve zihinsel sağlığını derinden etkileyebilir. Ulysses Sendromu, bu tür zorlu deneyimlerin yol açtığı etkileri tanımlamak için kullanılır.

Filmdeki karakterlerde de bu Ulysses Sendromu’nu hissederiz. Film boyunca birbirlerine karşı güvensizlik hissi yaşayan karakterlerin, maruz kaldıkları stres nedeniyle hayatta kalma  motivasyonları sürekli olarak azalır ve umutları kırılır. Bu kırılmaları ve güvensizliği film boyunca karakterler vasıtasıyla hissedebiliriz. Evine sığınılan karakter olan yaşlı ve bilge Ivo (Lembit Ulfsak) adeta bir psikolog işlevi görür ve film boyunca söylediği sözler ve bakış açısıyla bizi bu histen kurtarmaya çalışır.

Filmdeki oyunculuk performansları da oldukça etkileyicidir. Misha Meskhi‘nin canlandırdığı Nika karakteri, savaşın travmalarını derinlemesine yaşamış bir askerdir. Meskhi, karakterin iç çatışmalarını ve duygusal zorluklarını ustalıkla yansıtır. Nika’nın başlangıçta düşmanlıkla dolu tutumu, zamanla Ahmed’le kurduğu samimi ilişkiyle değişmeye başlar.

Giorgi Nakashidze ise Ahmed rolünde dikkate değer bir performans sergiler. Ahmed, savaşın acımasızlığına tanıklık etmiş ve hayatta kalmak için mücadele eden müslüman bir karakterdir. Giorgi Nakashidze, Ahmed’in iç dünyasını duygusal bir derinlikle canlandırır ve izleyiciye karakterin kırılganlığını ve güçlü yanlarını aynı anda hissettirir.

Lembit Ulfsak ise İvo karakteriyle filmdeki en etkileyici performanslarından birini sergiler. Ivo, savaşın gerçek yüzünü görmüş bir adam olarak, barışın önemini ve insanlığın değerini önceden anlamış bir karakter olarak tasvir edilir. Yönetmenin izleyicide bırakmak istediği etkinin ana karakteri Ivo’dur. Ivo savaş nedeniyle tüm ailesini memleketi olan Estonya’ya göndermiştir. Ancak kendisi ailesiyle birlikte gitmemiştir. Filmin başında kendisinin neden gitmediğini soran Ahmed’e tatmin edici bir cevap vermez. Filmin sonundaki bir replikte neden gitmediği anlarız. Bu sahne çok duygusal biçimde tasarlanmıştır. Ivo’nun bu topraklarda terketmek istemediği bir şey vardır.

Tangerines sadece karakterlerinin etkileyici performanslarıyla değil, aynı zamanda güçlü senaryosuyla da dikkat çeker. Zaza Urushadze, savaşın yıkıcı etkilerini anlatırken insanlık, dostluk ve bağışlama gibi evrensel temaları işlemiştir. Film, savaşın absürtlüğünü ve anlamsızlığını vurgulayarak seyirciyi düşündürür. İki düşman askerin, zorunlu bir şekilde bir arada yaşamak zorunda kalmasıyla birlikte, önyargıların ve düşmanlığın nasıl yavaş yavaş dostluğa dönüşebileceği gösterilir. İki karakter arasında kurulan bağ, seyircide umut ve anlayış duyguları uyandırır. Film, insanların farklılıklarına rağmen bir arada yaşama isteğini ve barışın gücünü vurgulayarak ilham kaynağı olur.

Filmdeki görsel anlatım da seyirciyi savaşın gerçekliğiyle yüzleştirmesi bakımından dikkat çekicidir. Yıkılmış evler, terkedilmiş bir köy, harap olmuş manzaralar ve insanların yaşadığı çaresizlik, savaşın vahşetini net bir şekilde gözler önüne serer. Urushadze, bu karanlık atmosferin içinde doğal çevrenin huzur verici gücünü de yansıtır. Filme adını veren bahçedeki mandalina ağaçları, yeşilin umudu ve yeniden doğuşu sembolize ederken, çatışmanın ortasında bile umut ve barışın var olabileceğini hatırlatır.  Mandalina bahçesi, izleyiciye umut ve yeniden doğuşun sembolü olarak sunulur. Bu çelişkili atmosfer, film boyunca duygu ve düşünce karmaşası yaratırken, özellikle oluşturulan bu kontrast, seyirciyi içine çeken ve derinden etkileyen bir deneyim olarak karşımıza çıkar.

Tangerines, sadece karakterlerin hikayeleri üzerinden değil, aynı zamanda çevredeki diğer karakterlerin yaşadığı acı ve çaresizlik üzerinden de savaşın etkilerini anlatmaya çalışıyor. Filmdeki diğer yan karakterler hikayeye derinlik katan unsurlar olarak karşımıza çıkıyor. Margus gibi yan karakterler de savaşın yıkıcı etkilerini yansıtırken, insanların küçük ama anlamlı eylemlerle nasıl umut verebileceğini gösterir. Bu karakterler, filmdeki evrensel temaları pekiştirir ve izleyiciye insanlığın direncini ve dayanışmasını hatırlatır.

Sinematografik açıdan da Tangerines’in, etkileyici bir görsele sahip olduğuna şahit oluyoruz. Kamera hareketleri, mekan seçimi ve renk paleti, hikayenin duygusal yoğunluğunu vurgular. Estonyalı yönetmen Zaza Urushadze, savaşın yıkıcılığını ve insani trajediyi gözler önüne sermek için görsel unsurları ustalıkla kullanmıştır. Sahne geçişleri ve yaratılan gerilim, filmi akıcı ve ritmik tutarak seyircinin dikkatini sürekli canlı tutar.

Ayrıca, film müziği de duygusal derinliği artıran bir unsurdur. Müzik, karakterlerin duygusal durumlarını vurgularken, sahnelerin atmosferini tamamlar ve izleyicinin duygusal bağ kurmasına yardımcı olur. Filmde kullanılan müzikler, izleyiciyi daha da derinlere çekerek hikayenin dokunaklı ve etkileyici yanını güçlendirir. Bu duyguyu sağlamak için özellikle yaylı enstrümanların etnik bir melodiyle öne çıkarıldığına şahit oluyoruz.

İnsanların farklılıklarına rağmen bir arada yaşama isteği, savaşın acımasızlığı karşısında umut ve anlayışın gücü, filmi derinden bir şekilde etkileyici kılar. Bunun, az önce bahsetmeye çalıştığım Ulysses Sendromu’na olan vurgudan kaynaklandığını düşünüyorum.

Alt metin okuması yapmaya çalışırsak, filmde özellikle neden Tangerines (mandalina) kullanılmış olabileceği ile de farklı yorumlar yapabiliriz. Bilindiği gibi mandalina aslında hibrit bir meyvedir. Mandalina, mandarin[3] ve greyfurtun[4] çaprazlanmasıyla elde edilen bir meyve türüdür. Bu çaprazlama sonucunda ortaya çıkan meyve, mandarinden tat ve kabuk yapısı, greyfurtun ise büyüklük ve bazı özellikleri kullanılarak üretilmiş bir hibrit (melez) meyve olarak karşımıza çıkar. Hibrit meyveler, doğal olarak ortaya çıkan meyvelerin genetik özelliklerinin insan müdahalesiyle değiştirilmesi sonucu elde ediliyor. Bu genetik çaprazlamalar, belirli özellikleri bir araya getirerek daha fazla istenen özelliklere sahip yeni meyveler elde etmek için yapılır. Mandalina, tüketici taleplerine uygun olarak daha büyük, tatlı ve kolay soyulabilen bir meyve elde etmek amacıyla yapılan bir genetik çaprazlama sonucu sonradan üretilmiştir. Hibrit olan mandalinalar genellikle ticari olarak yetiştirilir ve pazarlanır, çünkü daha cazip ve popüler özelliklere sahiptirler. Bu filmde de, karşımıza çıkan ve aynı topraklarda yaşayan Çeçen ve Gürcü tarafları temsil eden iki asker için, bu açıdan dolaylı bir tanımlama yapılmış olabilir. Bu bakış açısıyla bu iki halkı, aynı familyaya ait ve özellikle belli amaçlar doğrultusunda, doğal olmayan yollarla düşmanlaştırılan ve siyasi amaçlara faydalı aparat olarak kullanılan taraflar biçiminde bir okuma yapabiliriz.

Filmdeki MacGuffin Öğesi

Tangerines filminde mandalina bahçesi bir MacGuffin öğesi olarak düşünülebilir. Alfred Hitchcock tarafından popülerleştirilen bir terim olan “MacGuffin”, hikayenin ilerlemesinde önemli bir rol oynayan, ancak gerçekten ne olduğu veya neden önemli olduğu pek önemsenmeyen bir nesne, hedef veya olaydır. Mandalina bahçesi de filmde buna benzer bir işlevi yerine getirir.

Mandalina bahçesi, savaşın ortasında geçen filmde, Nika ve Ahmed’in sığınmak zorunda kaldığı güvenli bir mekandır. Bahçe, karakterlerin hikayesinin merkezi bir noktası haline gelir ve onların bir arada yaşama sürecine katkıda bulunur. Ancak mandalina bahçesinin kendisi, daha derin bir anlam veya öneme sahip değildir. Filmde, bahçenin kendisiyle ilgili detaylara veya geçmişine dair fazla bilgi verilmez. Bunun yerine, bahçe, karakterlerin hikayesini ilerletmek ve onların içsel dönüşümlerini desteklemek için sadece bir araç olarak kullanılmıştır. Örneğin, Ivo bir marangoz olarak bu bahçede üretilen mandalinalar için sıradan kasalar üretir. Filmin son sahnesinde ise ölecek olan karakterler için tabutlar üretecektir. Bu açıdan yaklaşıldığında aslında umudun sembolü olarak tasvir edilen mandalinalar için ürettiği kasalarla, hayatını kaybedenler için ürettiği tabutlar benzerlik taşır. Ivo’nun tüm bilgeliğine rağmen insanlık adına içindeki umudu kaybettiğine şahit oluruz.

Mandalina bahçesi, Nika ve Ahmed’in sığınabilecekleri bir yer sağladığından, onların birbirleriyle olan etkileşimlerinin gelişmesine ve dostluklarının filizlenmesine olanak tanır. Dolayısıyla, söz konusu bahçenin, hikayenin ilerlemesi için önemli bir motivasyon sağlayan bir MacGuffin olarak işlev gördüğünü söyleyebiliriz. Film, bahçenin varlığıyla birlikte karakterlerin bir araya gelme ve savaşın gerçekliğiyle yüzleşme sürecine odaklanırken, bahçenin kendisi üzerinde büyük bir odaklanma veya açıklama yapılmaz.

Filmde mandalina bahçesinin bir MacGuffin öğesi olarak kullanıldığını daha iyi anlamak için bu terimin tanımına bakmamız yeterli olacaktır.

MacGuffin, Alfred Hitchcock tarafından popülerleşen bir sinema terimidir. Hikayenin ilerlemesinde önemli bir rol oynayan, ancak gerçekten ne olduğu veya neden önemli olduğu pek önemsenmeyen bir nesne, hedef veya olayı ifade eder. Hitchcock, bu terimi filmlerinde sıkça kullanmış ve hikayelerinde gerilimi artırmak, karakterleri harekete geçirmek veya izleyicileri olay örgüsüne dahil etmek için kullanmıştır.

Terimin kökeni, Hitchcock’un bir anekdotuna dayanıyor. Bir röportajında Hitchcock, iki yolcu arasında bir tren yolculuğunda gelişen bir diyalogu anlatır. İki yolcudan biri diğerine, “Valizinizde ne var?” diye sorar. Diğer yolcu cevap verir: “Bir MacGuffin taşıyorum.” İlginç olan, soran yolcunun ne olduğunu sormaması, sadece ne olduğunu bilmek istemesidir. Bu anekdot, Hitchcock’un bir hikayede gerçekten neyin önemli olduğu veya ilgi çekici olduğu konusundaki felsefesini vurgular. Ona göre, izleyicinin merakını uyandırmak ve hikayeyi sürüklemek için böyle bir öğe kullanmak önemlidir.

MacGuffin, birçok Hitchcock filmine örnek olarak verilebilir. Örneğin, “North by Northwest (Türkçe adı Gizli Teşkilat)  filminde, hikayenin ana odağı, gerçekten ne olduğu veya neden önemli olduğu belirsiz olan, hükümet sırlarının bulunduğu bir “mikrofilm“dir. Bu mikrofilm, karakterlerin takip edildiği ve olay örgüsünü hareket ettiren bir unsurdur. “Rear Window / Arka Pencere” filminde ise ana karakterin tanık olduğu bir cinayet MacGuffin olarak kullanılır.

MacGuffin, hikaye ilerledikçe veya karakterlerin motivasyonlarında değişime uğrayabilir. Önemli olan, izleyicinin dikkatini olay örgüsüne odaklamak ve gerilimi artırmaktır. MacGuffin, hikayenin tetikleyicisi veya itici gücü olarak kullanılır, ancak genellikle hikaye ilerledikçe geri plana düşer ve önemi azalır.

Alfred Hitchcock, filmlerinde MacGuffin’i kullanarak izleyicinin dikkatini çeker, onları olay örgüsüne dahil eder ve bu sayede gerilimi artırır. Bu terim, bir hikayedeki önemli bir unsurun, gerçekten ne olduğu veya neden önemli olduğu üzerindeki odaklanmamızı engelleyerek, seyirciyi daha fazla meraklandırmak için kullanılır. Özellikle gerilim ve casusluk türündeki filmlerde sıklıkla kullanılan MacGuffin, izleyicinin merakını ve ilgisini canlı tutmak için etkili bir araçtır. MacGuffin’in belirsizliği, hikayeye gizem ve heyecan katar. İzleyici, MacGuffin’in ne olduğunu ve neden bu kadar önemli olduğunu öğrenme arzusuyla filmin ilerlemesini takip eder. Örneğin, hırsızlık filmlerinde bir mücevher veya soyulacak bir değerli eşya MacGuffin olarak kullanılabilir. Bu değerli nesne, karakterlerin eylemlerini tetikler ve hikayenin ilerlemesini sağlar. MacGuffin, herhangi bir nesne veya olay olabilir. Önemli olan, hikayenin gidişatını ve karakterlerin motivasyonlarını etkileyen bir katalizör olarak işlev görmesidir. Örneğin, “Pulp Fiction” filmindeki evrak çantası veya “Indiana Jones” serisindeki kayıp hazine MacGuffin örnekleri olarak verilebilir.

MacGuffin, izleyiciyi içine çeken bir gizemi temsil eder ve hikayenin ilerlemesini heyecanla takip etmeyi sağlar. Bir nevi aldatmaca olarak da düşünülebilir, çünkü öncelikle ilgi çekici olmasının yanı sıra gerçekten ne olduğu veya neden önemli olduğu pek de önemsenmez. Önemli olan, MacGuffin etrafında dönen olayların karakterlerin hareketlerini etkilemesi ve izleyicide merak uyandırmasıdır.


[1] Homeros Antik Çağ’da yaşamış İyonyalı ozandır. Batı edebiyatının ilk büyük eserleri kabul edilen İlyada ve Odysseia destanlarının yazarı.

[2] Akhaların (Eski Yunan Halkları) Anadolu’daki Truva kentine saldırmasını konu alan savaş.

[3] botanik ismi: Citrus reticulata

[4] botanik ismi: Citrus paradisi




5 1 vote
Değerlendirme
Subscribe
Notify of
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments




copyright 2024 | Gizlilik Politikası | emrehakan.com