Son Organik Bilgisayarcılar Bizdik, Aslında İlki de Bizdik.

Paylaş
80'lerde Commodore 64 ile başlayan bir yolculuk, Docker konteynerlerine, agentic AI sistemlerine ve nostaljik DalNet turlarına kadar uzanıyor. Son organik bilgisayarcının içten dökümü.
Yazan: Bir zamanlar “10 PRINT” yazan, şimdi konteynerde yaşayan biri. (ama Docker konteynerde)
10 PRINT “AD SOYAD”
20 GOTO 10
RUN
Yıl 1989. Televizyon tüplü, disketler yavaş, ama biz hızlıydık. Commodore 64’e “RUN” yazdım, ekranda adım dönmeye başladı. O gün başladım ben bu işlere. Ne okul vardı ne kurs. Merak vardı, kaset sesi vardı, bazen de saatlerce yüklenip bir yerde takılan oyunlar. Ama işte o takılmalar sayesinde öğrendik biz bilgisayarı. Organik öğrendik. Kendiliğinden. İçgüdüyle.
İstanbul’da büyümek zaten başlı başına bir sürüm güncellemesiydi. Dışarda simit, içeride DOS komutları. Bir elimde joystik, diğer elimde kaset ucu kalemiyle bant sarıyorum. Bilgisayar dergilerini baştan sona okuyup oradaki kodları birebir yazıyorum, çünkü “CTRL+C” yoktu, “Copy-Paste” hayaldi.
Commodore devriyle yetinmedik elbette. Araya BBS’ler girdi. Kimse bize “internete gir” demedi çünkü internet yoktu. Ama modem vardı, bip bip sesleriyle bağlantı kurulurdu. Saatlerce uğraşıp bir BBS’e bağlandığımızda, sanki başka bir gezegene ışınlanmış gibi hissederdik. ASCII ile çizilmiş menüler, forum gibi çalışan mesaj panoları, bir de dosya indirme kısmı… Her satır bir yüklemeydi, her yükleme bir kumardı. İnmesin mi %98’de takılan zip dosyası? Sabır dersi gibiydi o günler. Ama orada öğrendik community’yi. Orada öğrendik bir ekranın diğer ucunda başka bir ruhun olduğunu. mIRC gelmeden önce sanal arkadaşlık bizde başlamıştı zaten, modem 2400 bps hızla çevirirken.
Sonra mIRC geldi. Hayatımıza “zaman aşımı” kavramını soktu. Nick savaşları, /whois komutları, DCC ile dosya gönderme heyecanı… Hâlâ bazen girerim DalNet’e. Yıl olmuş 2025 ama bir bakarım kim var kim yok diye. Kimseyi tanımam artık orada, ama orası hâlâ tanıdık gelir. Tıpkı eski bir arkadaşın mahallesine uğrar gibi. /join #nostalji yazıyorum bazen. Kimse yok. Olsun.

Derken büyüdük. Şimdi Linux sistemler yönetiyoruz. Apache, MySQL, PHP artık çerez gibi. Asıl olaylar başka yerlerde. Kafka’larla, K8s’lerle, konteyner orkestrasıyla haşır neşiriz. Log’lar Elasticsearch’te dans ediyor, veriler Mongo’da soluklanıyor. Araya Python giriyor, bazen de Java hâlâ sahneye çıkıyor. Ama içten içe biliyorum; ben kodu yazınca değil, kod beni yazınca bir şeyler eksik.
Artık her şey bir konteynerin içinde. Docker ile bir dünyayı izole ediyoruz; ama bazen düşünüyorum, acaba kendimizi de mi izole ediyoruz? Bir zamanlar tek bir makinede çalışırken, her şey gözümüzün önündeydi. Şimdi bir docker ps yazıyorum, sistemde yirmi farklı dünya dönüyor. Biri PostgreSQL, biri Redis, biri Apache, öbürü n8n. Her biri kendi küçük evreninde.Hangi konteynerda neyi değiştirdim, bazen ben bile hatırlamıyorum. O kadar çok evren, o kadar az temas.. Sistem sorunsuz ama ruhsuz. Sanki bir apartmanda herkes ayrı dairede ama kimse birbirine “günaydın” demiyor gibi. Stateless diyorlar ya hani, işte tam da o.
Node’larla, AI agent’larla uğraşıyorum bu aralar. “Ajan” deyince CIA gibi düşünme… bunlar kendi işini kendi gören kod parçacıkları. “Agentic AI” diyorlar, yeni gözde bu. İş yapıyor, karar veriyor, seni yormuyor. Güzel mi? Güzel. Ama fazla steril. Her şey çok ‘hazır’. Çay demlemeden poşet çaya geçmek gibi. Isıt, daldır, iç. Ama demli çay gibi değil ki…
Biz yazdığımız kodun çıktısını görmek için sabahlardık. Şimdi kod kendi kendini yazıyor. Ama eksik bir şeyler var. O satır satır yazarken gelen “acaba çalışacak mı” heyecanı yok. Terminal açıp bir komutla dünyayı oynatmak güzeldi ama şimdi her şey bir “workflow”. Bir sürükle bırak, bir node bağla. Kodu yazmadan iş çözmek de marifet oldu. Oysa eskiden iş çözmeden kod yazardık.
Son organik bilgisayarcılar bizdik. Çünkü biz bilgisayarı sevmeden önce ona tahammül etmeyi öğrendik. Bilgisayar yavaşken bile hızlı düşünmek zorundaydık. Şimdi hız çağında, düşünmeye vakit kalmadı. Ama ben bazen hâlâ bir dosyayı nano ile açar, satır satır bakarım. Bir satırı siler, sonra tekrar yazarım. Kodun teniyle temas etmeyi seviyorum. Aramızda bir şey var hâlâ.
Kısaca… Ben hâlâ kod yazmayı seven biriyim. Ama bazen DalNet’e girip kimse yokken bile “/me thinks about the old days” yazıyorum. Kimse okumuyor. Ama ben yazıyorum ya, yetiyor. O yüzden diyorum ya, biz son organik bilgisayarcılardık. Şimdi her şey çok akıllı ama fazlasıyla yapay. Bizimki hem daha aptalcaydı hem daha gerçek. Format hâlâ 5 TL. Ama o ilk RUN satırının heyecanı? Onu kimse restore edemez.
Yeni yazılar yayına girer girmez ilk okuyan sen ol!
Cisco Live sahnesinde Fabrix.ai fırtınası
Ağlara yapay zekâyla hükmeden Fabrix.ai, Cisco vitrininde meraklı bakışları üstüne topladı.
Nothing Phone 3 sızdı mı diyorsun? Bu kez gerçek olabilir
Bu defaki sızıntı fazla cilalı... Pixel sanatı, ışıklı bildirimler ve daha fazlası