Niye Japonya’da kimse gün batımını alkışlamıyor?


Paylaş
Palmiyeler yok, ama rasyonellikte her yer yanıyor. Bir Japon geleneğinin kıyısından geçerken bizdeki akşam gölgelerine de bakalım.
Japonya’da bazı tren istasyonlarında, özellikle yoğun saatlerde çalınan klasik müzikleri duyan oldu mu? Çoğunlukla Bach seçiliyor, Mozart da olur. Sanırsın Grand Hyatt toplantı salonu ama aslında Shinjuku istasyonunun peronundasın. Yani ülke gündemiyle canına tak etmiş vatandaşın biri gelip trenin önüne atlamasın diye fon müziğiyle ortam yumuşatılıyor. **İnvazif önlem değil, pasif huzur.**
İşte bu “zarif baskı” halini Japon toplumunun neredeyse tüm sosyokültürel yapıtaşlarında bulabiliyorsun. Mesela en sevdiğim detaylardan biri: Japonya’da, bir grupla restorana gittiğinde, garsona sipariş verirken çoğunluk ne söylediyse sen de onu söylüyorsun. Bir nevi sözlü sudoku. Canın ramen istese bile herkes soba diyorsa, sen de güler yüzle sobacı oluyorsun. “Bize uymayan bizden değildir” değil de, “bize uymayan bizi rahatsız etmesin” gibi tatlı tedirginlik.
Bu kolektivist¹ ahlak, bireyin ses tonuna kadar sızmış bir disiplin üretiyor. Çok konuşan değil, doğru anda susan makbul. Sessizlik burada bir istihbarat faaliyeti gibi, ne eksik ne fazla. Hatta bu yüzden, Japonya’da iş yerlerinde masada konuşmak ayıptır. Sohbet edeceksen, ya molada ya da kaçak çay alırken “ne olacak bu zamlar?” tonunda geçiştirirsin. Abartı hoş değil. Sessizlik, kültürel bir refleks; yani kazara lafa girersen değil, susarsan adam olursun.
“Gürültüyü cehalet yapar, bilgiyi sessizlik taşır” der Japon atasözü. Bizde olsa o sessiz adam ya muhalefettendir ya da sandıkta cevabını verir.
Tabii bu düzenin bi de arka mahallesi var. Mahalle baskısı, sadece bizim tabirimiz değil, globale mal olmuş bir gerçek. Japonya’da aşırı farklı giyinmek, yüksek sesle gülmek, saçma sapan dans etmek falan, hemen garip bakan gözleri toplayabiliyor. Toplum içinde eylemsizlik bir performans neredeyse. Uyum sağlamak değil, var olan sorunu göz ardı etmenin bir yolu gibi. Bireylerin iç hesaplaşması, kalabalığın içindeki uslu tiyatroya kurban ediliyor.
Şimdi diyebilirsin, “e ama Japonya gelişmiş ülke, ne güzel insanlar sessizlik seviyor…” E be canım, regular sessizlik başka, bastırılmış sessizlik başka. Esas olan haykırmamak değil, niye sustuğunu bilmektir. Yani biri sana “gitme kal” dediğinde değil de, kimse bir şey demediğinde kaldıysan, orada bir sıkıntı vardır. Bazen susmak erdem değil, teşvik edilmiş korkudur.
Bizdeyse tam tersi, herkesin yüksek sesle konuştuğu ama hiçbir şeyin söylenmediği bir ütopyadayız. Herkes bağırıyor ama ne hikmetse hiç kimse sorumlu değil. Japonlar trenlere klasik müzikle müdahale eder, bizde anonslar volümüyle aklımızı deler. Sessizlik, bir lüks değil, sistematik umursamazlığın yanında getirisi olan bir kültür öğesi belki de. Yani ne biz çok gürültücüyüz, ne onlar tam manasıyla huzurlu. Belki de hepimiz sadece yorgunuz. Neyse ben şimdi size bir soba söyleyeyim.
Dipnotlar
1. Kolektivist: Toplumu bireyin önüne koyan düşünce biçimi. Yani benim değil, hepimizin çıkarı önemli bakışı.
Paylaş
Yeni yazılar yayına girer girmez ilk okuyan sen ol!
Mercanın Altın Çağı Başladı mı?
Beyazlayan mercan değil, insan vicdanı aslında… Ama önce hayalet ağları temizlemekle başlayalım
Alan adları coştu VeriSign keyiften dört köşe
Alan adı kaydı yap, köşeyi dön. VeriSign 2025 planlarını güncelledi, piyasa yine şaşkın.