Metafor ve Alegori şaheseri Festen


23 January 2024 19:48
1,073

Paylaş

Bu yazıda, okulda Sinema Bölümü’nde sınava çalışırken hazırladığım Festen / Şölen filminin derin okumasını paylaşmak istedim. Özellikle alt metinde yer alan şifreler hakkında şu ana kadar yabancı siteler de dahil başka bir yerde benzer bir yazı okumadığım için bu okumayı burada yayınlamak istedim.

Umarım keyif alırsınız.

Yapımcılığını Nimbus Film’in üstlendiği, Thomas Vinterberg’ın yönettiği bir Danimarka filmi. Film başlar başlamaz karşımıza “Dogma 95” sertifikası çıkar. Sertifikaya göre film 10.03.1998 yılına tarihlenmiş Dogma 95 sertifikası ile yayınlanmıştır. Sertifikanın 1 no’lu sertifika olduğunu görmekteyiz.

Dogma 95 Manifestosu

Dogma 95 bu filmin yönetmeni olan Thomas Vinterberg ile birlikte başka bir yönetmen olan Lars Von Trier’ın başlattığı yenilikçi bir akımdı. Film Dogma 95 hareketinin ilk filmi olarak kabul edilmektedir.

Bu iki ünlü yönetmen kafa kafaya vererek ortaya koydukları bir manifesto ile Dogma 95 hareketini başlatmıştır. Bu manifestoya göre yönetilecek filmde uyulması gereken katı kurallar bulunuyordu. Dogma 95 manifestosu ile bir filmde uyulması gereken kurallar şu şekilde sıralanmıştır:

  • Çekimler stüdyo dışında yapılmalıdır. Sahne donanımı ve setler içeri taşınmamalıdır. (Hikâye özel bir sahne donanımı gerektiriyorsa, stüdyo dışında bu donanıma uygun bir mekân seçilmelidir.)
  • Ses, kesinlikle görüntülerden ayrı olarak üretilmemelidir ya da tersi. (Sahne içinde üretiliyor olmadığı sürece müzik kullanılmamalıdır.)
  • Kamera, elde taşınıyor olmalıdır. Elde taşınan kamera ile elde edilecek hareketlilik ya da hareketsizlikler serbesttir. (Film, kameranın durduğu yerde çekilmemeli; kamera filmin olduğu yerde olmalıdır.)
  • Film, renkli olmalıdır. Özel ışıklandırma kullanılamaz. (Eğer çekilecek olan sahnede filmin pozlandırması için çok az bir ışık söz konusuysa, sahne kesilmeli ya da tek bir lamba kameraya iliştirilmelidir.)
  • Optik numaralar ve filtreler kesinlikle yasaktır.
  • Film, gelişigüzel aksiyon içermemelidir. (Öldürme, silahlar, vs. bulunmamalıdır.)
  • Zamansal ve coğrafi yabancılaştırmalar yasaktır. (Kısaca film, şimdi ve burada geçmelidir.)
  • Tür filmleri kabul edilemez.
  • Film formatı 35 mm (Academy standardı) olmalıdır.
  • Yönetmen, jenerikte belirtilmemelidir.
  • Ayrıca yönetmen, kişisel adlardan sakınacağına, artık sanatçı olmadığına, anları bütünden daha önemli gördüğü gibi, bir ‘iş’ yaratmaktan kaçınacağına, en büyük hedefinin karakterlerinden ve ortamdan gerçeği açıkça çıkarmak olacağına ve bunu elinden geldiğince iyi tadlarla estetik faktörler pahasına yapacağına and içer.

Thomas Vinterberg 1998 yılında sinemanın temellerini sarsacak ve dünya çapındaki izleyiciler üzerinde kalıcı bir etki bırakacak bu filme hayat vermiştir. Festen ya da İngilizce adıyla The Celebration, aile dinamiklerinin karmaşıklığına ve içlerinde saklanabilecek karanlığa derinlemesine inen bir sanat eseri olarak kabul edilir. El kamerası kullanılarak çekilen ve hikaye anlatımında minimalist bir yaklaşım benimseyen Festen, hem unutulmaz hem de düşündürücü bir sanatsal başyapıt olarak karşımıza çıkar.

Filmde benim kişisel olarak dikkatimi en çok çeken konulardan bir tanesi sesin Dogma 95 kurallarına göre alınmış olmasıydı. Kurallar arasında bulunan “Ses, kesinlikle görüntülerden ayrı olarak üretilmemelidir” maddesi sebebiyle film boyunca “acaba bu kuralın dışına çıkılmış mıdır?” diye sormama neden oldu, çünkü CCTV kameraların üzerindeki mikrofon kullanılmış olmasına rağmen, ses bugün çekilen birçok filmle yarışabilir derecede iyi tasarlanmıştı.

Filmde yine kurallar Dogma 95’teki katı kurallar gereğince özel bir ışıklandırma, ekstra lensler, filtreler ve optik uygulamalar kullanılmamış olması, kirli bir kadrajın kullanılması dikkat çekiyor.

Dogma ‘95 kuralları arasında yer alan maddelere dikkatlice baktığımızda, “zamansal ve coğrafi yabancılaştırmalar yasaktır” maddesi filmin “o anda” geçiyor olmasına özen gösterilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Filmi izlediğimizde mekan veya zaman olarak herhangi bir atlamaya rastlayamayız. Ayrıca geleneksel sinemanın aksine yapay aksiyon içermemesi, davranışların ve diyaloglardaki biçimin doğallığı dikkat çekmektedir.

Festen‘in merkezinde, aile reisinin 60. yaş gününü kutlamak için düzenlenen bir aile toplantısı yer alıyor. Şenlik yeterince masum bir şekilde başlar, ancak akşam ilerledikçe ailenin geçmişinden gelen ve gizlenen sırlar olduğu anlaşılır. Filmin kahramanı Christian (Ulrich Thomsen tarafından canlandırılan), doğum günü sahibinin büyük oğludur ve ortaya çıkarması gereken karanlık bir sırrı vardır. Gece ilerledikçe Christian, kendisinin ve ikiz kız kardeşinin babaları tarafından uğradığı cinsel istismarı ortaya çıkarır. Bu ifşaat ailenin o ana kadar ki şahit olunan mutlu tablosunu ve birlik görüntüsünü paramparça eder ve her bir üye bu ifşaatın sonuçlarıyla boğuşurken gece adeta kaosa dönüşür.

Festen‘in en çarpıcı yönlerinden biri, filmin ruh halini ve tonunu aktarmak için sinematografiyi kullanmasıdır. El kamerasıyla çekilen film, gerçekçiliğine katkıda bulunan ham ve doğal bir havaya sahiptir. Kamera çalışması genellikle titrek ve düzensiz, ailenin özel dünyasına röntgenci bir bakış açışı sunar. Konusu açısından da izleyici bu ifşaatın sonunda olacakları merak ederek adeta o şölene katılmış bir konuk gibi izlemeye başlar. Bu yöntemle aynı zamanda izleyici film boyunca, bu filmin konuklardan biri tarafından amatör bir kamera ile çekilmiş olabileceğini hisseder. Bu yaklaşım, kafa karışıklığı ve yönelim bozukluğu hissini artırdığı için özellikle kaotik sahnelerde daha etkili hale gelir.

Festen‘in bir başka sanatsal yönü de renk kullanımıdır. Film, kasvetli ve ıssız bir manzara izlenimi veren gri ve kahverenginin sessiz tonlarında çekilmiştir. Bu renk paleti özellikle karakterlerin kasvetli İskandinav kırsalıyla çevrili olduğu dış mekan sahnelerinde daha fazla etkili olur. Renk kullanımı, ortaya çıkmak üzere olan belirsizliği vurgulayarak bir gizem havası yaratır. Bu da izleyiciye sunulmak istenen merak duygusunu daha etkili hale getirir.

Festen‘in müzikleri de başlı başına bir sanat eseridir. Danimarkalı müzisyen Joachim Holbek tarafından bestelenen müzik minimalist bir yapım olarak karşımıza çıkar. Filmin açılış jeneriğine, filmin geri kalanı için tonu belirleyen unutulmaz bir koro parçası eşlik eder. Müzik film boyunca az kullanılmıştır ama duyulmaya başlandığında sahneye yoğunluk katar. Özellikle akılda kalan bir sahnede, sadece tabaklardaki çatal bıçak sesiyle noktalanan sessiz bir akşam yemeği yer alıyor. Bu ses kullanımı, o anın gerilimini mükemmel bir şekilde yakalayan ürkütücü hatta neredeyse rahatsız edici bir atmosfer yaratır.

Ancak Festen’i diğer filmlerden ayıran asıl şey, aile ilişkilerinin dinamiklerini keşfetmesidir. Film, görünüşte en mükemmel ailenin bile yüzeyinin altında gizlenebilecek sırları ve yalanları gözler önüne seriyor. Ailenin reisi Helge (Henning Moritzen tarafından canlandırılan), itibarını iyi ve düzgün bir adam olmak üzerine inşa etmiş bir adamdır, ancak istismarının ortaya çıkması bu yanılsamayı paramparça eder. Filmin Helge‘nin karakterini keşfi, kötülüğün doğası ve görünüşte en iyi insanların içinde bile nasıl var olabileceği hakkında sorular sorduğu için özellikle ilgi çekicidir.

Festen aynı zamanda gerçeğin doğası ve sahip olabileceği güç üzerine bir yorumdur. Christian‘ın istismarı ortaya çıkarması, aileyi parçalamakla tehdit eden bir olaylar zincirini başlatır. Ailenin her bir üyesi gerçekle kendi yöntemleriyle yüzleşmek zorunda kalır ve ortaya çıkan sonuç hem yıkıcı hem de tacize maruz kalmış kişiye bunları yeniden yaşatıp dışavurumu sağlaması açısından rahatsız edicidir. Filmin ifşaat sonrasını tasviri hem gerçekçi hem de güçlüdür ve ilişkilerimizde gerçeğin ve dürüstlüğün önemini ve sırların ve yalanların neden olabileceği hasarı hatırlatır.

Festen‘in bir diğer önemli yönü de kadınların toplumdaki rolünü irdelemesidir. Filmde Christian‘ın ölmüş olan ikiz kız kardeşi Linda (Trine Dyrholm tarafından canlandırılan) ve Michael’ın karısı Mette (Paprika Steen tarafından canlandırılan) gibi birçok güçlü kadın karakter yer alır. Linda, çocukken uğradığı taciz nedeniyle travma geçirmiş bir kadındır, ancak susturulmayı reddeder. Mette ise kocasının istismarıyla tanımlanmayı reddeden ve kendi hayatının kontrolünü eline almaya kararlı bir kadın olarak karşımıza çıkar. Filmin bu kadınları tasviri, insan ruhunun direncine ve kadınların en karanlık durumların bile üstesinden gelme gücüne dair güçlü bir yorumdur.

Festen‘in film endüstrisi üzerindeki etkisi yadısanamaz. Sade, gerçekçi bir film yapım tarzını teşvik etmek için tasarlanmış bir dizi kural olan Dogma 95 manifestosu kapsamında yapılan ilk filmlerden biridir. Manifesto el kamerası, doğal ışıklandırma ve minimal özel efekt kullanımını vurguluyordu ve Festen bu açısıyla bu akımın mükemmel bir örneğidir. Filmin başarısı Dogma 95 akımının popülerleşmesine yardımcı olmuş ve onun izinden gidecek diğer filmlerin yolunu açmıştır.

Alt metinde bambaşka şifreler var

Film, Antik Yunan dönemlerinden beri var olan ve farklı biçimlerde uygulanan ataerkil yapının tanımına göre, aile reisi sayılan baba figürünün tam yetkiyle donatılması ve aile içindeki en güçlü kişi olması gerektiği inancını yerle bir eder. Paternalizm denilen bu yönetim sistemi, Sokrates ve Platon‘un siyaset felsefesi fikirlerine dayanan bir sistemdir. Sistem yüzeysel tanımlama ile “aile yönetimi, devlet yönetiminin bir modelidir” prensibine dayanır ve toplum içinde yönetilmeye ihtiyacı olan bireyler için rehberlik edecek bir grup yetkin kişinin varlığını gerektirir. Bu da genel olarak o aile içindeki en yaşlı birey olan baba olarak karşımıza çıkar. Benzer şekilde, aile içinde de ailenin bekası için doğru kararları alacak bir merciinin varlığı önemlidir. Ancak, ideal kararları alabilecek tek otorite, aile içinde yönetilmeye ihtiyacı olan bireyler adına en doğru kararları alabilecek kişidir. Bu modeli “asabiye” adı ile İslam’dan önceki Ortadoğu toplumlarında ve Antik Roma’da da görebiliriz. Festen verdiği alt mesajla bu sistemi eleştirerek “baba” figürünün her zaman aileye fayda getirmeyebileceğini, kimi zaman aileye zarar verebileceğini de yüzümüze çarparak, bu anlayış açısından kutsal sayılan “baba” figürünü sorgulatır.

Film dikkatlice izlendiğinde, daha önce sahip olduğumuz fikirlerle karakterleri tekrar yorumlama ihtiyacı hissettirir. Sahnelere her baktığımızda “acaba bir şey kaçırdım mı?” hissini güzel biçimde sunan bir film olduğu söylenebilir.

Konuyu daha derinlemesine ve bir önceki paragrafta yazılanlar ışığında metaforik açıdan yorumlama gereği duyarsak, bu filmin aslında Hristiyan bir bakış açısıyla, bir tanrı eleştirisi olduğu da ileri sürülebilir. İskandinavların kullandığı eski Nors dilinde “yaratıcı” anlamına gelen “Helge” adının babaya verilmesi, Christian adındaki büyük “oğul” ve bu ikisi arasındaki yüzleşme açısından yaklaşırsak, doğumgününde verilen yemeği de Leonardo da Vinci’nin “Son Akşam Yemeği” tablouna benzetirsek, -ki filmin renkleri tablonun renkleri ile örtüşür- bana göre alt metin açısından “Tanrı ile Hesaplaşma” iddiası yanlış olmayacaktır.

Başmelek Mikail’den, bir dizi Doğu Ortodoks ilahisinde ve duasında bahsedilir ve ikonları Doğu Ortodoks kiliselerinde yaygın olarak kullanılır. Pek çok Doğu Ortodoks ikonunda, Mesih’e bir dizi melek eşlik eder, aralarında Mikail baskın bir figürdür. Mikail’in yeri aziz bir şefaatçi gibidir. Doğruların dualarını Tanrı’ya arz eden, ölülerin ruhlarını cennete götüren odur. Filmin ilk dakikalarında da küçük kardeş Michael otomobiliyle giderken konağa yaya olarak giden Christian‘a rastlar. Michael eşini ve çocuklarını yarı yolda bırakarak sadece Christian‘ı yanına alıp ona eşlik ederek konağa götürür. Ayrıca yine mitolojide başmelek olarak anlatılan Mikail savaşla sembolize edilir. Filmde de küçük kardeş Michael’ın daha savaşçı, hırslı ve saldırgan anlatıldığına şahit oluruz. Christian ise daha sakin, Hristiyanlıkta İsa’nın anlatıldığı gibi sevginin, sakinliğin sembolü olarak karşımıza çıkar.

Ailenin ilk taşındıklarında çok geniş olarak anlattığı konağı ve sofralarını adeta bir “cennet” olarak tarif ettiğini düşünürsek, filmin son sahnesinde “Tanrı” olarak kodlanmış olan baba “Helge”’nin son sahnede masadan, yani cenetten kovulduğu yorumu yapılabilir. Yemek sofrası, yüzleşmeler ilk başladığında hiçbir şeyin eksik olmadığı, kötü sayılabilecek her ne açıklanırsa açıklansın kimsenin keyfinin kaçmadığı bir “cennet” metaforu olarak  karşımıza çıkar.

Kardeşlerden biri olan Helene’nin siyahi sevgilisi ve annenin Helene hakkında söylediği “o her zaman bizden daha özgür” tanımını da yine bir kodlama olarak okuyabiliriz. Bilindiği üzere, Helenistik bakış açısı Grek ve Doğu kültürlerini birleştirme konusunda daha özgürlükçü bir yaklaşım sergiler. Bu senaryodaki Helene de adı gibi helenistik bir yaklaşımın anlatımı olarak göze çarpar.

Michael ise yine dinlerde var olan ve her bir din ya da Hristiyan mezhebinde farklı yorumlanan “Mikail” meleğine bir gönderme olarak dikkat çeker. Yatılı bir okulda okutulmuş ve erken yaşta evden ayrılmış olması, baba tarafından istenmeyen bir figür olarak anlatılması, Mikail’in mitoloji ve dinlerde bize önceleri başmelek daha sonra ise “düşmüş bir melek / falling angel” olarak tasvir edilmesini hatırlatır. Ayrıca sofrada annenin Michael’a “Sen bizim benjaminimizsin [Orijinal dilde Benjamin der, (çeviride altyazı olarak “en küçüğümüz” biçiminde çevrilmiş)” 58:30dk]”, “en küçüğümüzsün, minik bebeğimizsin” diyerek hitap etmesi dikkat çekicidir. Benjamin gerçekten de, Eski Ahit’te Yakup’un on iki oğlunun en küçüğüdür ve  “ailenin Benjamini” ifadesi İbranice’de “en küçük çocuk” anlamına gelir.

Film, bu tip kodlamaların tesadüf eseri yapılmadıklarını ve alt metninde çok farklı anlamlar olduğunu düşündürür. Ayrıca konuşmayı yapan annenin adı da Elsie olarak özenle seçilmiştir. Elsie İbranice formu Elisheba olan ya da batıda daha yaygın olarak Elisabeth formunda kullanılan bir isimdir ve “Tanrı’ya yemini olan” anlamında kullanılır. El-isa-beth etimolojik açıdan Tanrı’nın evini iaşe eden, çekip çeviren, idare eden anlamlarına gelir ki bu tamamen filmdeki anne figürü ile örtüşmektedir.

Annenin babayla evliliklerinin 30 yıl önce başlaması vurgusu, Christian’ın da en büyük oğul olarak anlatımı bize Hz İsa’nın 30 yaşında peygamberlik görevini aldığını hatırlatır. Bu yüzden büyük oğula verilen “Christian” isminin de gelişigüzel seçildiğini düşünmüyorum. Yine mitolojiden referans vermek gerekirse intihar etmiş olan Christian’ın ikizi Linda’nın bıraktığı mektup bize Yahuda’nın Mektubunu anımsatır. İnanışa göre Yahuda İsa’nın üvey kardeşidir. Yahuda’nın Mektubu şu cümleyle başlar : “Sevgili kardeşlerim, size ortak kurtuluşumuzla ilgili yazmaya çok gayret ettim. Bu arada sizi kutsallara ilk ve son kez emanet edilen iman uğrunda mücadeleye özendirmek için yazma gereğini duydum

Yeni Ahit’te bulunan kitaplardan biri olan Yahuda bölümündeki bu mektupta da ilginç biçimde filmdeki gibi bir ifşaat vardır. Mektubun 12. Bölümünde “Sevgi şölenlerinizde sizinle birlikte pervasızca yiyip içen bu kişiler birer kara lekedir.” diyerek bir şölenden bahseder. Ayrıca mektubun 7. Bölümünde “Sodom, Gomora [İslam’da “Lut Kavmi” olarak bilinirler.] ve çevrelerindeki kentler de benzer biçimde kendilerini fuhuş ve sapıklığa teslim ettiler. Sonsuza dek ateşte yanma cezasını çeken bu kentler ders alınacak birer örnektir.” ifadeleri kullanılır.

Film, Linda’nın bıraktığı ifşa mektubu ile, Yahuda Mektubu’ndaki suçlanan Sodom ve Gomora çevresindekilerin aksine Tanrı’yı suçlar. Linda mektupta Chrstian’a ithafen “Hayatını karanlıkla dolduracağını biliyorum Christian. Bence diğer tarafta ışık ve güzellik var” biçiminde hitap eder. Yahuda’da mektubunun 13. Bölümünde ise benzer ifadelerle “Onları sonsuza dek sürecek koyu karanlık bekliyor.” ifadelerine rastlarız. Yönetmenin burada Linda’nın mektubunu Yahuda mektubuna bir cevap olarak sunmuş olabileceğini düşünüyorum.

Filmin son sahnesinde ise baba figürü olarak Helge adıyla kodlanmış olan Tanrı, tüm film boyunca cennet olarak kodlanmış sofradan kovulur. Burada da cennetten kovulan insanlığa bir gönderme olabileceğini düşündürür. [Cennetten kovulan Adem ve İsa’nın durumu bazı inanışlarda aynıdır. “Şüphesiz Allah katında (yaratılışları bakımından) İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir” Â-li İmran 59.] Elbette burada yönetmen veya senaristin İslam’ın kutsal kitabından referans aldığı söylenemez Ancak bu görüş, İznik konsilinde (MS 325) İsa’nın durumunu tartışan Hristiyanların mezhebleşmesine neden olmuş, dahası İsa’nın durumunu Adem’e benzeten Ariusçu zihniyetin dışlanarak önce Doğu kiliselerinde, ardından İslam öncesi Arap toplumunda yaygın olarak inanılan  bir görüş haline gelmiştir.

Yönetmen  kutsal metinlerde anlatılan insanın cennetten kovulma hikayesini, baba figürünü sofradan kovarak adeta tersine çevirir ve kötülüklerin de tıpkı iyilikler gibi Tanrı’dan geldiğini sunarak, sofradan kovuluş sahnesini insanın Tanrı’dan aldığı intikam olarak tasvir eder.

Son sahnede yönetmen Tanrı’yı insanlığa yapmış olduğu kötülüklerle yüzleştirirken yıllardır tartışılan kötülük problemine parmak basar. Platon, felsefe tarihinde bilinen ilk teodise [Teodise, din felsefesinde kötülük ile mutlak iyi olan Tanrı kavramının nasıl bağdaştığını açıklama çabasına verilen bir isim.] girişimini yapmıştır ve sonradan geliştirilen birçok teodise düşüncesinde Platon’un teodise düşüncesinin izleri görülebilir.

Platon’a göre, evrende var olan kötülüklerin kaynağı Tanrı veya tanrılar değildir, başka şeyler kötülüklerin kaynağı olmalıdır. O, her şeyin sebebi değildir ve sadece iyiliğin sebebidir. Dolayısıyla, insanların başına gelen kötü şeylerin sorumlusu Tanrı değildir.

Yönetmen ise bu anlatıda, Eski Mısır dinlerindeki tanrılar gibi dualizmi tek bir varlıkta toplar ve hem iyiliğin hem de kötülüğün sebebini bir tek varlık olarak tarif eder.

Filmin önemli karakterlerinden biri olan Linda’nın da dinler tarihinde anlatılan özellikle İbrani mitolojisinde Adem’in ilk karısı (Havva’dan önceki) olarak kabul edilen Lilith ile bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Lilith ve Linda’nın bağlantısı için belki bunun gibi 3-4 yazı yazmam gerekebilirdi. O yüzden o kısmı burada es geçiyorum. Kısa kesmekte fayda var.

Festen farklı bakış açılarıyla izlendiğinde izleyiciye tıpkı adı gibi bir şölen yaşatır, mitoloji ve dinlere yaptığı üstü kapalı göndermelerle hayatı sorgulatırken alt metinlerin bu tip eserlerde nasıl işlenebileceğini örneklemesi bakımından ilgi çekici bir film olarak karşımıza çıkar.




5 1 vote
Değerlendirme
Subscribe
Notify of
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments




copyright 2024 | Gizlilik Politikası | emrehakan.com