Kuzey Kore mi burası mı, pek farkı kalmadı


10-07-2025
120 Yaani...

Paylaş

İnsan bazen aklına mukayyet olmalı ama ortam malum, delilik bulaşıcı

Güney Kore’nin batısında, Japonya’nın kuzeyinde bir ülke var ki adı Kuzey Kore. Hani şu parmakla gösterilen, doktorsuz hastaneleri, elektrik verilmeyen şehirleri olan, ama garip şekilde vatandaşlarının hep “mutlu” olduğu ülke. Şimdi oraya takılmayacağım ama başımıza gelen şeylere bakınca, insan bir an kafasını kaşıyıp ‘Yahu biz hangi Kore’deyiz acaba?’ diye düşünmeden edemiyor.

Kuzey Kore’de bir gelenek vardır, aslında gelenek mi, mecbur kalma mı, orası karışık. İnsanlar orada hissettiklerini dışarıya pek söylemezler. Komşuya bakıp ‘Oo biraz kilo mu almış bu?’ desen, bir sonraki sabah seni pirinç unundan yapılmış gazetede ‘devlet düşmanı’ diye görmen işten bile değil. O yüzden herkes öğrenmiş içinden konuşmayı. Hani bizimkilerde de vardır ya, içinden ‘Of bu ne saçmalık!’ deyip dışından ‘Vallahi çok mantıklı bence!’ demek. İşte o ruh hali, bizde de bir süredir default moda geçmiş durumda.

Şimdi burada derdim devleti falan eleştirmek değil, zaten yaparsak da başımıza ne geleceği belli. Derdim şu arkadaşım: İnsanın düşünemediği şeyi konuşması, konuşamadığı şeyi ise düşünecek cesareti kalmaması. Bu öyle bir döngü ki, sonunda herkes kendi kendinin sansürcüsü oluyor. Bir nevi içsel Kuzey Kore kuruluyor kafanın içinde. Komşuya değil artık kendine bile bir şey diyemiyorsun. O meşhur şaka var ya hani, ‘Garsona küfretmek istedin ama içinden ettin, sonra içinden ettiğin küfür için kendini suçladın’… Aynı o his.

Eskiden kahvede, sokakta, hatta minibüste bile insanlar hararetle konuşurdu. Şimdi konuşma hızları bile düşmüş durumda, zira arkamda kim oturuyor bilmiyorum korkusu nefes darlığı yapıyor. Geçen gün sahilde simit yerken yanımdaki amca, martıya değil bana fısıltıyla ‘Simit iki lira artmış, ama sebebi dış güçler mi iç güçler mi bilemedim’ dedi. Şaka gibi, değil mi? Ama değil. Bu, kolektif paranoyanın bir örneği. İçine sindiremiyorsun ama dışına da çıkaramıyorsun.

Ülkede artık mizah da korku ile yapılır oldu. Stand-upçılar önce ‘Bu şaka için linç yer miyim?’ filtresinden geçirip sonra belki sahneye çıkarıyor cümleyi. Gazeteciler? Onlar başka bir evren artık. Eski köşe yazarları vardı, yazının başlığı ‘Neyin kafasını yaşıyoruz?’ olurdu, altına da mis gibi eleştiri döşerdi. Şimdi o köşeler ya manilere döndü ya da nostaljik tramvay yazılarına. Şey gibi düşün, Star Wars var ama Jedi yok çünkü hepsi sürgünde.

Bu durumun adı ne peki? Otosansür. Yani kendine dur diyorsun, kimse demeden. Kendi iç mahkemeni kurup, kendi iç polisini yerleştiriyorsun zihnine. Eskiden ‘akıl akıldan üstündür’ derdik, şimdi diyoruz ki ‘aman aklını fazla açma, içeri girer’. Yani öyle bir noktaya geldik ki, ifade özgürlüğü artık evde kendi kendine konuşurken bile temkinli olunması gereken bir şey halini alıyor.

Bunu bir çuval inciri berbat etmek olarak mı sayarsın bilmiyorum, ama eğer bir ülkede insanlar düşüncelerini bile barkodla kodlayarak kendi kendilerini denetliyorsa, orada özgürlük değil, sadece şık kafesler vardır. Neyse, kelime oyununu fazla seviyorum diye yargılamayın ama artık ‘özgürlük’ kelimesi de içeriksiz bir influencer gibi sadece poz veriyor. O zaman hadi hoşça kal, dikkat et kendine, en çok da söylediklerine.

emrehakan
emrehakan
Algoritmaların susturamadığı bir ses. Gündemin gürültüsünde pür net, ne akıma kapılır ne moda yazar. Anı yakalamaz, onun üzerine not düşer. Evet "NOT".


Paylaş

Yeni yazılar yayına girer girmez ilk okuyan sen ol!



Yapay Zekâ Yeni Tanrımız mı? Hübel’den ChatGPT’ye Tapınma

Bin yıl önce taşlara fısıldıyorduk, şimdi algoritmalara. Hübel’den ChatGPT’ye uzanan bu yol, sadece teknoloji değil, tapınma biçimi değişimi.

Apple müşteri hizmetlerini Siri'nin hiperaktif kuzeniyle mi çözecek?

Tekno-çözümler güzeldir ama Apple bir gün de insan gibi konuşsa şaşıracağız






    copyright 2025 | Gizlilik Politikası | emrehakan.com