Anora Filmi Üzerine: Görünmezliğin Görünür Hâli


15-06-2025

Paylaş

Sean Baker’ın Anora filmi, New York sokaklarının arka planında geçen, ama her cümlesiyle izleyicinin iç dünyasına tokat gibi inen bir anlatı. Teknik olarak 8.5/10’luk bir yapım benim gözümde. Işık, ses, kamera açıları, senaryo, kurgu...

Sean Baker’ın Anora filmi, New York sokaklarının arka planında geçen, ama her cümlesiyle izleyicinin iç dünyasına tokat gibi inen bir anlatı. Teknik olarak 8.5/10’luk bir yapım benim gözümde. Işık, ses, kamera açıları, senaryo, kurgu… Bunların hepsi bir bütün hâlinde çalışıyor, ama ben bugün sizi bu teknik detaylara boğmak yerine filmin kalbine inmek istiyorum.

Ana karakterimiz Anora, Brooklyn sokaklarında eskortluk yapan, kendi kurallarıyla yaşayan, bağımsız bir kadın. Sabah kalkıyor, rujunu sürüyor, kirpiklerini kıvırıyor, telefonunu şarja takıyor ve işe gidiyor. Ne için? Para kazanmak, kirasını ödemek, lüks bir arabaya binmek ve en önemlisi kendi hayatının patronu olmak için. Kimseye eyvallahı yok. Anora, kendi hayatının başrolü.

Derken bir gece Vanya’yla tanışıyor. “Benim babam şu, annem bu” havalarında zengin bir çocuk. Daha birkaç gün geçmeden evlenme teklif ediyor. Burada klasik bir romantik komediye geçmemiz gerekirdi belki ama Anora öyle bir film değil. Bu film, mutlu sonların aslında ne kadar kötü bir başlangıç olabileceğini gözümüze sokuyor.

Anora bu teklifi kabul ediyor, bir hevesle. Kim istemez ki Brooklyn’in arka sokaklarından çıkıp Manhattan’ın gökdelenlerine tırmanmayı? Ama gökdelenin içine girince fark ediyor ki, o dünyaya ait değil. İçeri adımını atar atmaz herkesin bakışı değişiyor. Az önce saygı duydukları kadına, şimdi “bizim oğlanla nasıl evleniyor” sorusunu yöneltiyorlar.

Toplumun Görünmez Kuralları

Çünkü sistem şöyle işliyor: Kadın olarak kendi bedeninle para kazanırsan ama bunu gizli yaparsan, problem yok. Adamlar seni arar, taksi yollar, içki ısmarlar. Ama bir gün çıkıp “ben bu aileye gelin olacağım” dersen, işler değişir. Çünkü sen artık görünür olmuşsundur. Ve toplum seni yalnızca gizliyken kabul eder. Görünür olduğun anda cezalandırılırsın.

Ani’nin (Anora’nın) yüzü değişmeye başlıyor. Gülmüyor. Ya da gülse de içi gülmüyor. Eskiden “bağımsız kadın” denilen Anora, artık “yuva için bir tehdit.” Vanya’nın ailesi öyle bir kriz çıkarıyor ki, insan sormadan edemiyor: Gerçekten bu kadar mı korkuyorsunuz bir kadının özgürlüğünden?

Belki de asıl problem, evlilikle birlikte kadınların konuşmaması gerektiği yanılgısıdır.

Eskortken konuşabilirsin, şart koyarsın, “bu otel olmaz” dersin, “önce para” dersin. Ama gelin olunca? Anında susturulursun. Çünkü artık adın “hanım” olmuştur. Geçmişin silinmeli, karakterin törpülenmeli. Aksi takdirde seni “sen zaten…” diye başlayan cümlelerle sustururlar. Ve o cümlelerin başı bile yeterince aşağılayıcıdır.


Mutluluk Nerede Başlar, Nerede Biter?

Anora belki o görünmez hayatında daha mutluydu. O lüks otellerde, kahkahalarla geçen gecelerde, kimseye hesap vermediği zamanlarda… Belki de onu ayakta tutan şey, evliliğin getirdiği saygınlık değil; hayatının kontrolünü elinde tutmaktı. Ve işte film tam da burada çarpıyor izleyiciyi: “Makbul kadın” olmanın bedeli, kendi hikâyeni kaybetmektir.

Kimse Anora’ya sormuyor: “Mutlu musun?” Çünkü kimsenin umrunda değil. Herkes geçmişini yüzüne vuruyor, onu bir tehdit olarak görüyor. Ama asıl tehdit, Anora değil. Asıl tehdit, onu kirli gören sistemin ta kendisi.


Peki Biz Niye İzliyoruz Bunu?

Çünkü hepimiz biraz Anora’yız. Kimi zaman görünmezliğimizle barışık, kimi zaman toplumun içine girince ezilen. Hayatın yukarıdan baktığı her kadının hikâyesi biraz Anora gibi. Toplum karar veriyor: Onaylıyor ya da dışlıyor. Ama en acısı şu: Anora, kendi hikâyesini başkasının yazmasına izin verdiğinde kaybetti.


Sonuç

Bir kadının değerli hissetmesi için ne gerekir? Aşk mı, evlilik mi, para mı, özgürlük mü? Belki hepsi. Belki hiçbiri. Ama bildiğimiz bir şey var: Anora, bize kadınların özgürlüğünü sevmediğimizi, onu ancak gizliyken kabul ettiğimizi, ve görünür olduklarında onlara bedel ödettiğimizi hatırlatıyor.

Ve film bittiğinde ne hissettiğini bilmiyorsan, iyi haber. Yalnız değilsin. Bu filmde kafalar karışık.


Yeni yazılar yayına girer girmez ilk okuyan sen ol!



Pisagor’un Fasulye Travması

Bu yazı, Pisagor’un sayıların ilahi düzenini savunurken fasulyeye karşı gösterdiği takıntılı düşmanlığı, ironik ve alaycı bir dille ele alıyor. Türkiye’de çocukların sayı saymayı fasulyelerle öğrenmesiyle başlayan metin, Pisagor’un fasulyeyi ruhun geçit kapısı olarak görüp yemeyi yasaklamasını tarihsel ve felsefi bir çelişki olarak sunuyor. Eğitici bir materyal olarak kullanılan fasulyenin, sayıların efendisi tarafından lanetlenmiş olması; sayıların armonisini çözen bir filozofun, kuru baklagil yüzünden ölmesiyle trajikomik bir hâl alıyor. Yazı, eğitim sistemi, felsefe ve bağırsak gazı arasında şaşırtıcı bağlar kurarak, mizahi bir dille hem geçmişe hem günümüze laf çakıyor.

Instagram Bir Yağlıboya Tablodur — Ama Filtreli Olanından

John Berger’in yağlıboya tablo dediği şeyi biz bugün filtreli story’lerle yapıyoruz. Sanat falan değil, mülk beyanı. O zaman çerçeve vardı, şimdi VSCO var. Berger sağ ol, hâlâ işe yarıyorsun.






    copyright 2025 | Gizlilik Politikası | emrehakan.com