İmanla Algı Arasında Kalan Şovun Adı Ziyasal İslam


Paylaş
İnanç sessizdi, şova döndü. Dua açılış konuşmasına, sadaka ise kameraya poz verdi. Bu yazı, Ziyasal İslam’ın billboardlarla süslenen yüzsüzlüğünü, sahte tevekkül düzenini ve mikrofonla iman pazarlayanları anlatıyor.
Bir zamanlar inanç dediğin şey sessizlikle taşınırdı. Sokağa yansıması tevazu olurdu; ne kadar derinse, o kadar sessizdi. Ama sonra biri geldi, eline mikrofonu aldı ve “amin” dedi. Mikrofondan yankılandı dua, pankart oldu, açılış konuşmasına eklendi, sonra da… fatura edildi. İşte orada başladı Ziyasal İslam devri.
Ziyasal İslam, inancın içtenliğini alır, makyajını yapar, PR ajansına teslim eder. Namaz kılmak değil; kıldığını göstermek önemlidir artık. Sadaka verirken sol elin bilmemesi değil; kameranın açısını yakalaması mühimdir. “Gösterişli takva” çağında, artık gönül işi değil, gösteri işidir iman. Hani şu memlekette bir zamanlar “ayıp olur” denilen şeyler vardı ya… Şimdi onlar “algı yönetimi” oldu. Daha önce kendi inancını devletten saklayanlar, şimdi devleti inancın maskesi yaptı. Ama bu inanç Allah için değil, anket için yaşanıyor. Ve inanın, makbule geçmiyor.
Cumhuriyetin ilk yıllarında inanç kamusal alandan dışarı itilmişti. İsteyen gizli yaşadı, isteyen unuttu. Sonra döndük dolaştık, inancı yeniden kamusal alana aldık. Ama neyle birlikte? Cümleleriyle değil, cümlesini kuranların çıkarlarıyla. İnanç, devlet dairesinde görünür hâle geldi. Ama bu görünürlük bir bilinç dönüşümünün değil, bir pazarlama stratejisinin ürünüydü. Camiler çoğaldı, minareler yükseldi, ama ahlak aynı hızla yükselmedi. İnanç sokağa indi, ama vicdan apartmanın en karanlık köşesinde mahsur kaldı.
Eskiden “Allah rızası” için yapılan şeyler şimdi “algı rızası” için yapılıyor. Halkın değerleri birer dekor oldu. Dua, açılış töreniyle paketlendi. Oruç, billboardlarda sponsorluk aldı. Kur’an, devlet protokolüne girdi ama mahkeme salonlarına pek uğramadı. Ziyasal İslam dediğimiz bu şey, aslında inandırmadan inandırmaya çalışmak. Ama halk saf değil, nabız ölçülüyor. Kimi gözünü kapayıp inanıyor, kimi gözünü kırpmadan izliyor. Ama birileri içinden hâlâ “Atma Ziya, dinle kandırma” diyor. Ve evet, duymuyorlar.
Bugün, birilerinin sakalı dizine kadar, ama aklı ceplerinde saklı. Mütevazı bir dervişlik taklidiyle ihale alıyorlar. Bir zamanlar hacca gidenin ismini anmazlardı, şimdi bizzat kendisi basın bülteniyle duyuruyor. Hac farz mı? Evet. Ama üç defa gidip de hâlâ komşusunu dolandırmak nedir? İşte orası Ziyasal’ın mahareti. Ziyasal, “din tüccarlığı” değil sadece, dinle inşa edilen bir iktidar makinesi. Bir kutsal, bir kartvizit, bir aidiyet kartı. Kimlikte din hanesine “İslam” yazmak değil bu; plazada pazarlık yaparken Kur’an’dan ayet okumak.
İçimizde hâlâ sokak hayvanlarını besleyip, kimse görmesin diye gece sadaka bırakan insanlar var. Ramazan’da iftara beş dakika kala mutfağına koşup çocuğuna bir lokma yetiştirmeye çalışan analar var. Kalbinde dinden başka ajandası olmayanlar hâlâ var. Ama onların sesi çıkmaz. Çünkü mikrofon Ziyasal’ın elinde. Ve bu ses yankılanıyor: “Ey inananlar, gösterin ki halk oy versin! Ey oy verenler, gösterin ki cennet garantili olsun!” Arka fonda mehter. Ön sırada protokol. Ve yukarıda bir yerlerde suskun bir vicdan: “Ben böyle bir tebliğe tanık olmadım…”
Ziyasal İslam, bir dindarlık biçimi değil. Bir senaryo, bir kostüm, bir casting çağrısıdır. Ama bu filmde figüran olan halk, ne yazık ki gerçek hayatında bedel ödüyor. Çünkü sahte imanın faturası daima gerçek müminlere kesiliyor. Her cuma aynı duayı dinliyoruz: adalet, merhamet, doğruluk. Ama bu kelimeler, her hafta biraz daha zihinlerden uzaklaşıp pankartlara yerleşiyor. İşte bu yüzden, belki bir gün sadece şöyle bir cümleyle baş başa kalacağız: “Allah’ım bizi Ziya’nın şovundan, senin adını kullanarak kurulan düzenden koru. Âmin.”
Siyasal değil, sayısal da değil bu. “Sayısal İslamcılar” da ekranlardan eksik olmaz zaten. Her cümlelerine “yüzde” ile başlarlar, rakamlarla imanı ölçer, grafikle ibadet pazarlamaya kalkarlar. Mesela bir tanesi çıkar, “halkın %87’si sabah namazına kalkıyor” der. Bunu söylerken, sabah ezanında trafikte sadece simitçiyle kedilerin olduğunu bile bile… Rakamı düzeltmeye çalışan olursa, hemen “inanç düşmanı” ilan edilir. Çünkü sayısal İslamcı için gerçek değil, algı kutsaldır. Bunlar modern zamanın spin doctor’larıdır. Bir yandan istatistikle dua eder, öbür yandan manipülasyonla cennet vaat eder. İman değil, infografik önemlidir.
Ama “Ziyasal İslam” bambaşkadır. Onun derdi rakam değil, rol kesmektir. Seçime girerken “bu son seçim, dava meselesi” der, kazanınca “milli irade tecelli etti” deyip balkon konuşmasında Allah’ı ve milleti alkışlatır. Sonra… sonra vaatler? Unutulur. Ama garip bir şey olur: her fırsatta “bütün vaatleri yerine getirdik” der. Hem de gözünü bile kırpmadan. Tutan bir proje yoktur ama billboardlar doludur. Fakir daha da fakirleşmiştir ama ekonomi tünelden çıkmıştır. Yalanın dozu artar ama yüz kızarmaz. Çünkü Ziyasal İslam’ın en belirgin özelliği budur, utanmazlık.
Onlara göre zamları Allah yapıyor. Dolar yükselmişse “imtihandır”, enflasyon patlamışsa “sabırdır”, doğal gaz faturası ikiye katlanmışsa “takdirdir”. Toplumun başına ne kötülük gelirse gelsin, faturayı doğrudan Allah’a keserler. Sanki Hazine’nin başındaki kişi gökten inmiş, bütçe açığını Melekler Meclisi hazırlamış gibi… Ulan hani kötülük Allah’tan gelmiyordu? Hani dinî metinlerde defalarca “Allah adildir, zulmetmez” deniyordu? Hani insan özgür iradesiyle sorumluydu?
Burada küçük bir teodise (theodicy) molası verelim. Hani şu kötülük problemini açıklama çabası… Platon, Tanrı’yı iyiliğin kaynağı olarak tanımlar. Yani mutlak iyi olan Tanrı, kötülüğü yaratmaz; kötülük, iyiliğin yokluğudur. Ama Ziyasal İslamcı’ya göre işler öyle değil. Onlara göre Tanrı hem kutsaldır, hem ekonomist. Hem aşkındır, hem zam tarifesini açıklar. Yani işin ucunda sorumluluk varsa, hemen semaya havale edilir. Teodise burada artık bir felsefi problem değil, politik kaçış rampasıdır. Çünkü işin içinde Ziya varsa, kötülük daima ‘kader’, iyilik ise ‘bizim icraat’ olur.
Ziyasal İslamcı yalanı strateji sanır, vaatleri afiş sanır, imanı ise sadece seçim sloganına indirger. “Ahlak” dendiğinde tebessüm eder, çünkü onun lügatında ahlak; “imaj yönetiminin eski sürümüdür.” Yüzü kızarmaz çünkü makyaj kalındır. Göz göze gelmez çünkü bakışı hep yukarıdadır: kürsüye, kameraya, drone’a…
Üç Türlü İslamcılık: Siyasal, Sayısal ve Ziyasal
Gelin, işi adını koyarak yapalım. Çünkü bu coğrafyada her şey birbirine karıştırılıyor. Gerçekle yalan, inançla istismar, dava ile dekor… Ama üç tür var ki, artık ayırt etmek şart: Siyasal İslam, Sayısal İslam ve Ziyasal İslam.
1. Siyasal İslam
Bu eski kuşaktır. Dindar kadroların siyasette görünürlük ve temsil arayışıyla yola çıktığı dönemlerin adıdır. Kimi samimiydi, kimi tutarsızdı ama en azından bir fikir taşırlardı. Kamusal alanda başörtüsü yasaklarıyla uğraştılar, laiklik tartışmalarında yer aldılar, bazen dışlandılar, bazen güçlendiler. Ama zamanla “siyasal” olan, “kutsal” olana karıştı. Ve sonra…
2. Sayısal İslam
İşte bu yeni çağın veri-perest müminleridir. Ellerinde ekran, dillerinde yüzdeler: “%82 halkımız sabah namazı sonrası sabah yürüyüşü yapıyor”, “%97 milletimiz dini değerlere önem veriyor” gibi cümlelerle ortama girmeyi severler. Sayılarla konuşurlar ama rakamlar gerçeği değil, rüyayı gösterir. Bir gün çıkar, “açlık sınırı düştü” der; o sırada pazarda soğan göz yaşartmaya devam eder. Tüm mesele; veriyi eğip bükerek algı inşa etmektir. Bunlar ekran başında dindar, veri analizinde mübarek, ankette evliya olanlardır. Spin doctor’ların tespih çeken versiyonudur.
3. Ziyasal İslam (bunu ben uydurdum)
Ve işte asıl mevzu burası. Ziyasal İslam, halkın inancını billboard’a, duaları broşüre, dini vaatleri seçim kampanyasına çeviren versiyondur. Seçime dua ile girer, kazanınca şükür namazı kılar, ama iktidarda ne dua kalır ne söz. Vaat ettiği her şeyi unutur ama her fırsatta “tümünü yerine getirdik” der. Proje yoktur ama maket çoktur. Açlık vardır ama gösteriş boldur. Yalanı istikrar, suskunluğu tevekkül, yüzsüzlüğü teveccüh sanır. Ziyasal İslam, dine değil, dini kitlelere pazarlayanlara hizmet eder. Ve inanın, en büyük zararı da inanca verir.
Paylaş
Yeni yazılar yayına girer girmez ilk okuyan sen ol!
Rogue Trader ekibi Warhammer evrenine ayar çekiyor
Her şey sil baştan... Bu karanlık gelecekte masa değil, kader kuralları yeniden yazılıyor
Karpuz Keseceksek Önce Düdüğü Kim Aldı Bir Bilelim
Bir toplumun sessizliğinde yankılanan en komik şey, herkesin aynı şeyi düşünmesi ama kimsenin ağzını açmaması